Ismahan Çeribaşı


RAMAZAN İKLİMİ (Cemre ile geldim, Sultanım)

Yeşil halıların üzerine kırmızı şeritler, gök ince ince sanatlarla çizilmiş... Kırık onca gönül başını sağa yatırıp salavat getiriyor... Eller aynı anda kalkıp, beller aynı anda bükülüyor... Alnımızın karasına, yüzümüzün astarsız olmasına rağmen geldik, Sultanım...


‘Yük’ denen şey insanın omuzlarında olunca, bilhassa düşünce olarak binince insana… İnsanoğlu bu yükle nasıl, nereye kadar gider bilemiyorum? Sorumluluk değil kastım, bilesiniz... Yük işte, beyninizin içinde dönüp duran; cevaplarını bulamadığınız, sürekli varsayımlar üzerinde düşünüp durduğunuz. Uykularınızı bölen, ulaşmaya çalışsanız bile karşılık bulamadığınız şeylerin tümü... İnsan, insana yük olmamalı. Böyle öğütlerdi, büyükler; “Kimseye yük olma ha!” Diye de üzerine basa basa tekrar eder dururlardı...

Biz en çok kendimize yük olduk... Farkında mısınız? 

Neyin, nasıl olduğuna dair muhakkak bir fikir edinir üzerinde mütalaa ederiz... Nasıl olduğu hususunda değil de ne olduğu sorusuna verilecek cevap nedir bilemiyorum ama aklıma Atsız 'ın o meşhur şiiri düşüyor...

"Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?

Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?

Pervane olan kendini gizler mi alevden?

Sen istedin ondan, gönül zorla tutuştu

Pervane olan kendini gizler mi alevden?

Sen istedin ondan, gönül zorla tutuştu"

Kelle koltukta gezdiren sancının adıydı. Gövdenin üzerindeki baş yerindeyse de aklını göğe saldığı, zamana denkmiş.

Bütün dengeleri bozan bir iklimin içinden; kırılmış cam parçalarını toplamadan üzerini basa basa geliyorum... Ne buyurmuştu Hz Mevlana ; “Aşk, topuklarından etine kadar işlemiş bir nasırdır. Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da acıta acıta söküp atacaksın." 

Türlü türlü renklere boyanan benliğimi kırk derede yıkayıp, abdestle secdeye uzatılmak istenirken, nefsim; bir adem’in peşinden koşmak ister...

Yaka paça kovulmuş, yüzü öne düşürülmüş gururun kellesi mi alındı ki yazmayan adem’e yazar, duymayana sesini duyurmaya çalışırsın...

Çilehane, dil 'adem' desin diye değil 'Allah!' desin diye değil midir? İklimin, bahara yüzünü dönmüş, cemre düşmüşken ne demeye hakikatten sıyrılır, bir kulun derdine uykundan dâhi huzurundan olursun? 

Gururun kellesi mi alındı ki başını defalarca yere düşürür, toprağa yetmez göğe derdini salarsın... Yapma! 

Yetişilmesi mümkün olmayan zamana elinde bir mumla gidilmez. Çıkar ayağındaki çarık denen ayakkabıyı dahi türlü türlü kıyafetini. Bak bakalım aslına nesin, kimsin? 

Aşkın, edebi aştığı nerede, kimde görülür? Bunca övgü sırtını dönende değil sözünde duranadır... Uyan! Aldatmaç olan dünya teknesinde okyanusa dalmak üzeresin... Çölde gösterilen, seraptan başkası değildir. Aldanma!

 Sultanım...

Renklerimi dâhi gönüldeki ademi, uykusuz kalmış gecelerimi, yastığa düşürülmüş her bir damlayı, gidilmiş onca yolu, yazılıp çizilmiş satırlarımı aldım da geldim.

Sultanım...

Duyduğuma değil, duymadıklarıma, söylenenlere değil edilmeyen kelama, kendi söylediklerime değil, diyemediklerim için kırıldım da geldim… Gönlümü, kanayan dizlerimi değil utanmayı kenara bırakan onurumu sırtımda taşıyıp geldim... 

Cemreyi yakama takıp bu iklimde aç, susuz bırakan kudretin aşkına geldim...

Aşk ile geldim... Leyladan Mecnuna varmak için... Asıl ulaşılmaz olan, âdemin olmadığını bile bile.

Kelamının eşiğine geldim... 

Sultanım!

Elini, eteğini öpe öpe, taşlarını saya saya...

Her bir merdiven basamağını Bismillah! İle

Allah aşkına, aşk ile geldim... 

Yeşil halıların üzerine kırmızı şeritler, gök ince ince sanatlarla çizilmiş... Kırık onca gönül başını sağa yatırıp salavat getiriyor... 

Eller aynı anda kalkıp, beller aynı anda bükülüyor... Alnımızın karasına, yüzümüzün astarsız olmasına rağmen geldik, Sultanım...

Aklımdan çıkmayanlara, gönül evinde başkasının ateş yakmasına müsaade etmeme rağmen...

Özlem, ocağımda su kaynatılır; su, kaynadıkça azalır da ateş neden bu denli harlanır bilmem...

Yataklara düşen çelimsiz bedenim dâhi ateşler içinde kıvranırken küle dönmeyen o muydu yoksa ben mi?

Gülmek rüyalarda, ümit deryada kaybolmuş...

Sırtımızda bir kambur... 

Kamburumuzla geldik, Sultanım...

Affedilmeyi umut ede ede... Belki birinin "âmin" demesiyle...

Salih Baba'nın feryadıyla;

"Yetiş ey keştibânım büsbütün deryada yangın var.

Değil derya yalınız cümle hep sahrada yangın var"

Sultanım! "Derd ü belâ kemend-i mahbûbdur" derdin, kelamından medet umdukça geldik...

Duymadığım o sese, kelama hasret kaldığım günleri dünde bırakıp bugün senin huzuruna, kusurların üzerini örtüp, geceyi sabaha salıp geldim...

Sultanım!

Hasretin üzerine bir su döktüm, Ocağa döktüğüm su dumanını saldı. 

Köz mü kaldı, kabuk mu bilemedim. Yanar mı bir daha yoksa kanar mı anlamak zor...

Ararsa sevinir, aramazsa sabır gösteririm dediğim ademin cemalini görmeye ümit edemeyecek kadar zordu sınav...

Kâğıdımı, kalemimi sana getirdim... Ne yaparsan, ne edersen boynum kıldan ince demeye geldim...

Teslimiyetin adını, alnımla secdeme mühür bırakmaya...

Ağır sözlerimin ardından desturla tövbe edip bir daha bir daha abdest almaya geldim...

Geldik Sultanım, Ramazan ikliminin kapısının eşiğinde ıpıslak olup hayır dilemeye…

Sen bizleri yüreğine cemre düşüp iki cihanı aziz olan kullarından eyle! (amin)

Ismahan ÇERİBAŞI

  • BIST 100

    10804,59%0,72
  • DOLAR

    36,68% 0,20
  • EURO

    39,85% 0,12
  • GRAM ALTIN

    3532,30% 0,41
  • Ç. ALTIN

    5670,61% 1,26
  • Cuma 24.5 ° / 8.5 ° Güneşli
  • Cumartesi 26.1 ° / 10.1 ° Güneşli
  • Pazar 27.1 ° / 11.4 ° Güneşli

Denizli

14.03.2025

  • İMSAK 05:46
  • GÜNEŞ 07:11
  • ÖĞLE 13:18
  • İKİNDİ 16:37
  • AKŞAM 19:16
  • YATSI 20:35