5 gün... 5 çentik izi... Ömrümden 5 gün... Rutubet ve sigara kokusu içerisinde sözlerini tespih yaptım çekiyorum. Unutmam artık bunları... Korkunun ecele faydası yok zaten ölümden de korkmuyorum... Gezdikçe dağı bayırı, izledikçe gökyüzünü hiçten sayıyorum... Ölüm mü ayrılığın kardeşi yoksa ayrılık mı ölümün bilemedim... Ayrılık daha ağır sanki ölümün yanında...
Kaç km yol gittim bilmiyorum... Ufak bir valiz kitap gezdiriyorum, arasında da son satırlarım
Kapı Aralık...
Bir sene öncesinden planlanan Trabzon gezisi için artık karar verilmiş, yola revan olunacaktı. Hani Persembe'nin gelişi Çarşambadan bellidir, derler ya yolun çetin olacağı aslında en başından beri aşikârmış...
Bilememek yok mu?
Yüzünden düşen bin bir parçayı toplamak istiyorum. Derdinle dertlenmek, yüreğini her ne sıkıyorsa bilmek, vadem yetmiyor... İnsanın Bilmediği şeyleri önüme katıp gitmesi lazımmış...
Yolda bir saki görsem, bir yudum verse nefes alacağım sanki...
Sözün neresinden başlayayım diye düşünürken baştan izahat getirmek; anlaşılmayı beklemek için en güzeli diye karar veriyorum. Bazen en baştan başlamak iyi değil midir?
Bir senedir planladığım lâkin bir türlü nasip olmayan Karadeniz gezisinin biletini almıştım... Çarşamba günü yola çıkacak üç dört günlüğüne gezintiye çıkacaktım...
11 Aralık İstanbul, Ordu seferi ile Bismillah demek için bileti aldım. Gelen bir telefonla Çarşamba günü 11 Aralık saat 19.00 da Pendik de bir program olduğunu öğrendim. Bu yüzden bileti 12 Aralık Perşembe akşam saatine güncelleme yaptım...
Üç gün sonra aldığım başka telefonla Perşembe akşamı olan bileti sabah 04.00 aldım...
Ve aradan iki gün sonra bilet tarihi ve saati tekrar değişmişti...3 kez değişen tarihler ve saatlerden sonra nihai karar 11. Aralık 23.05 seferi ile İstanbul’dan Trabzon'a gidiş yapacaktım...
... Gün gelip çatmıştı... 11 Aralık da 19.00 da ki programa yarım saat önce den ulaşmış, yerimi almıştım... Akşam vaktini eda etikken sonra çantamı yokladığım da telefonun arabadaunuttuğumu fark ettim. Programda lazım olacağı için arabaya geri döndüm...
Telefon isyan edercesine acı acı çalıyordu, İzmir'den Hasan Bey ile çok kısa görüştükten sonra müsaade istedim...
Kulis kapısının önünde volta atan Celal sahibin yanına yaklaştığımda üzerime çakan şimşekleri hissetmiştim ama geri dönemedim. Gösterdiği yeri oturmam ile beraber "anlat" dedi... Suskunluğum karşısında baş göstermişti yine...
10 dakika 27 saniyelik bir görüşme hâsıl olmuştu ama ne görüşme. “Celal ile terbiye edilen, cemal ile terbiye edilenden tez yetişir menzile” avuntusu ile yanan yüreğimi avutup bu hususu kendimde tutarak Karadeniz'e gitme macerasına geri dönmek istiyorum...
Aracı Pendik'te güvenli bir yere park ederek, Metro ile havaalanına geçtim ama ne mümkün... Trabzon bileti olmuştu bana Ankara...
Lâkin vazgeçmek yok, bu Trabzon'a gidilecekti bu sefer...
... Güvenlik kontrollerinden sonra uçağa biniş kapısının önüne doğru ilerlerken, yüreğimi ağzıma getiren karşılaşma yaşadım... Celal sahibi karşımdaydı... Usulce yaklaşıp tevafuk karşısında şaşkınlığımı gizleyemezken celalini yine göstermişti
"Şimdi yan yana yürüyoruz, önümüze bir köpek çıktı. Ne yaparsın?"
...Celal sahibi ile aynı uçakta yolculuk edecektik... Belki de son konuşmamız ve son kez karşısında duruştu bu... Ve ona yaptığım ilk ve son isyanım…
Nasip. Neyin ne olacağını kestiremiyor insan...
... Bilet alma sürecinden Trabzon havaalanına gidene kadar yaşanan bütün süreçlerin planlanması o kadar değişik bir halet-i ruhiyye içinde bırakmıştı ki ne yazsam kifayetsiz kalacakmış gibi hissediyorum... Düşüncelerden, duygulardan ve onca şeylerden arınmış bir şekilde, Trabzon toprağına ayak basmıştım...
Döküldük şimdi pul pul oldu, yüzümüz...
Kelimelerimiz yerde, bir süpürgemiz eksik...
Ne vardı da bu kadar dökemedik...
Oysa
Sen çok mümeyyizdin
yine de anlatamadım muhteriz yanımı...
Bu yüzden müzehher yanım öldü!
Bırak şimdi gassalın eline, paklasın birazcık...
...Gassalın daha sonra temizleyeceği ruhumla beraber bedenimi havaalanından beni alan arkadaşlar ile buluşturup; şehrin yağmurlu, soğuk sokaklarının içine doğru ilerlemeye başladık...
Ah be Trabzon... Neler getirdim, sana bir bilsen... Neler anlatacağım bu gece penceremden... Yıllar önce bırakıp gittiğim Boztepe tepesinden saldığım düşüncelerimi geri almaya geldim... Alacağımı alıp, vereceğimi verip gideceğim…
Sonbahardan geriye kalan kışa hazırlanan bütün renklerini gözüm değe değe çıkacağım dağlarına... Çay çöpleri ile dolu çay bardağını temizlemeden içeceğim... Biraz üşüyüp sobanın üzerindeki çay ile içimi ısıtacağım... Kamuflajın içindeki beni tanıman elbette mümkün olacak, ellerimden çok yüreğim değdiği bu yere...
... Sarı kapılı bir evden içeri başımı eğerek giriyorum. Kapıdan girer girmez sağlı sollu odaları geçip 10 basamaklı merdivenden sola dönüp salona ulaşıyorum...
Bir gün boyunca uyku nedir bilmeyen gözlerimi 56 yıllık bir binanın içinde sessizliğini koruması için hapis ediyorum... Hele bir sabah olsun...
Elbet kalabalığın içerisine karışıp konuşulmayan ne varsa konuşulup eski bir defteri yeniden açıp kapatılması gereken neler varsa dökülecekti...
Sert mizacımın içerisindeki görüntüyü karşımdaki insan peydah ediyor... Ne olduğumu biliyordum. Ben, benden kurtulmak için çıktığım bütün yollarda kalmıştım. Trabzon bunlardan birisiydi ama en azından ölünce güzel hatırlayacaktı... Yârin bahçesinde açan güllerin, sırrımı aşikâr edeceğini evin penceresinden baktığımda anlamıştım...
Uhdeydi, bu şehir içimde. Karadeniz'in denizi gibiydi ruhum; öfkeli, keskin, alıp götürecek alabora edecek cinsten...
Susmaya gelmemiştim. Dağlarına baktım uzun uzun... Şal pazarından, Boztepe ye kadar... Boztepe den Beşikdüzü’ne kadar hepsine ayrı ayrı anlamlar yükledim...
Velhasıl kelam Karadeniz hep isyanlarda, hep öfkeli, hep yağmurlu, hep sisli... Hiç değişmemişsin be arkadaş! Ama bu kış daha bir güzelsin sanki…
Eee celal ile çıkılan yol ondan mı dersin? Neyse Celal ile terbiye edilen, cemal ile terbiye edilenden tez yetişir menzile...
Ve unutmayın ya da boş verin unutun gitsin unutmak bile bazen nimettir...
Ismahan Çeribaşı