İKİ ŞAHSİYET: HABİL İLE KABİL
Kuranı kerimde bize anlatılan kıssalar içerisinde Hz Âdem'in iki oğlu da vardır. Kuran'ı kerimde isimleri geçmeyen bu iki kardeşin isimlerinin tefsir kitaplarımızda Habil ve Kabil olduğu ifade edilmektedir. İkisi de Allaha kurban adamışlar Habil'in kurbanı kabul edilmişken Kabil'in kurbanı reddedilmiştir. Bu kurban olayı neticesinde şu karakterlerin ortaya çıktığını görüyoruz;
İyi niyetli, iyiliğin timsali, düzgün karakterli, doğruluktan yana, merhamet sahibi, günah ve sevap duygusu olan, içerisinde Allah korkusunu barındıran hak sahibi HABİL;
Kıskançlık gözünü bürümüş, hırsına yenik düşmüş, canileşmiş, günaha bulanmaktan korkmayan, taşkınlığa meyyal, yenilgiyi hazmedemeyen, haksızlığın karşılığını kaba kuvvetle örtmeye çalışan, kötü niyetli, zayıf karakterli bir yapısı olan haksız KABİL.
…………….
Çocuklarımız yeni dikilen bir fidan gibidir. Kendi haline bırakırsan ya kurur gider ya da çalı çırpı olur. Meyveli bir ağaç olması için gerekli yetiştirmenin yapılması gerekir. Ölçüsünde su, gerektiği kadar gıda, uygun bir iklim, budanması gereken fazlalıklar, korunması gereken zararlar dikkatle yerine getirildiğinde verimli bir ağaç ortaya çıkacaktır.
Örnekte olduğu gibi çocuklar büyütülürken kendi hallerine bırakıldığında kendine ve çevresine zararlı bireyle olacağı muhakkaktır. Ancak Hz peygamber örnekliğinde, Kur'an temelinde, İslam ab-ı hayatı ile Müslüman bir zeminde ıslah olmuş bir toplumda akl-i selim-kalb-i selim-zevki-selim ekseninde yetiştirildiğinde salih ve salihalar olarak karşımızda göz aydınlığı olarak duracaklardır.
Hz Peygamberin örnekliğinin yitirildiği bir yerde dindar nesil değil kindar nefis yetişir. Huzurlu bir ortam değil kaos yaşayan bir toplum meydana gelir.
Bu sebeple şu soruları kendimize sormakta geç kalmamalıyız;
Çocuğumuzun karakteri camide, cami eksenli bir hayatta mı oluşmaya başlıyor yoksa camiden mabedden uzak başka hayatlarla mı?
Şahsiyet oluşumunda Peygamberlerin yaşam tarzları mı etkili olmakta yoksa modern dünyanın sefahete götüren ve kalbi çürüten algıları mı?
Günlük yaşamında İslam'ın izleri mi görünüyor yoksa çağın getirdiği şehvetli ve servetli kibir kokan yaşamı mı?
Beslendiği kaynaklar ruhun gıdası, aklın ziyası, kalbin şifası ilahi menba mı yoksa beşer düzleminde melekut alemine kapılarını kapatmış kalpleri kaskatı kesen yeni ürünlerle mi?
Dünya- ahiret dengesinde ötelere ufkunu açmış bir nizam mı yoksa sadece batın-ferc arasında daralmış nefsin heva ve heveslerinde mi?
Alemi var edenin varlık değerlerine uygun bir yaşam mı yoksa neticede yok olacak bir yokluğa mı?
Ahseni takvim mi esfeli safilin mi?
Varlığın en hayırlısı mı en şerlisi mi?
En mükerremi mi en cahil ve en zalimi mi?
Halife-i arz mı belhüm edal mı?
Askerliğimiz Allaha mı yoksa şeytana mı?
………………..
Kıyasları çoğaltabiliriz. Ancak tercih etme zorunluluğumuz da akıldan çıkarılmamalıdır. Çünkü geçen her dakika ve saniye her iki cenahtan birine yakınlaşmaktayız.
Ya da soruları şöyle sorabilir miyiz?
Çocuğumuz metanette iyilikte Habil'e mi benziyor yoksa hırçınlıkta ve taşkınlıkta Kabil'e mi?
Teslimiyette tevekkülde İbrahim'e mi benziyor yoksa acımasızlıkta ve azgınlıkta sınır tanımayan Nemrut'a mı?
Hak yolunda mücadele ve dava yolunda mücahedede Musa'ya mı yoksa bebekleri katleden insanları köleleştiren Firavun'a mı benziyor?
Hayatında Hz Eyyübden, Hz Yunustan Hz Süleymandan ve diğer Peygamberlerden hissesi var mı?
Hz yusuf gibi iffetli mi yoksa züleyhaların esiri mi?
Hz Muhamed'den eser var mı üzerinde?
Ebu Bekir gibi elmas ruhlu mu yoksa Ebu Cehiller gibi kömürleşmiş mi?
Basiret hak ve adalette Ömer, edep haya ve ahlakta Osman, ilim şecaat ve cesarette Ali gibi mi yoksa?
Sorular uzadıkça cevapları da uzayacaktır hiç şüphesiz.
Namazla inşa edilen bir hayatta kötülüklere yer olamaz. Aklın ve dinin hakir ve kötü gördüğü şeyler bireyin hayatına giremez. Her gün beş defa Rabbinin huzuruna duran birey eline beline ve diline hakim olur. Var edenin rızasına muhalif ve var olanın zararına bir işe kalkışamaz. Gaybi bir otokontrol olarak olarak kendini her an murakebe eder. Kalbine yasakçı koyar. Hayatının düsturlarını Rabbinin buyruklarına göre tanzim eder. Terbiye edilmiş bir nefiste artık bireyin nefsani arzuları değil Allahın kanunları geçerli olur. Bu durumda İhsan mertebesine erişmiş bir birey, her bir bireyin arzuladığı bir şahsiyettir.
Oruçla inşa edilen bir hayatta ise kalbe yerleşen Allah korkusu kötülükler karşısında bir kalkan gibi olur. Açlıkla terbiye edilen nefis paylaşmasını ve diğergamlığı öğrenir. Acziyetini ve kusurlarını görür. Kendine verilen nimetlerin asıl sahibinin kendisi olmadığını bilir. Kibir ve küstahlıktan uzaklaşır. Bir kul olarak sınırları içerisinde kalmasını bilir. Kendine, çevresine ve yaratanına karşı sorumluluklarını yerine getirmek suretiyle takva mertebesine ulaşmış olur.
Zekatla maddi ve manevi kirlerden arınan bir kul olduğu gibi hac ibadetiyle de ırk, renk ve dil ayrımının aslında bir bedenin ayrı uzuvları olmada bir sorun teşkil etmediğini idrak eder. Yine kurban ibadetiyle varlığının sahibi Allaha karşı var olanı feda edebileceğini gösterir.
Bireyin şahsiyetinin oluşumunda ibadetlerin etkisini görmek için namaz kılmadan önceki Ömer ile namazdan sonraki Adalet timsali Ömer'in ayrımını görmek yeterlidir. Kendi çocuklarına dahi acıma hissi bulunmayan bir toplumun nasıl Peygamber arkadaşları olduğuna bakmak yeterlidir. Köle Bilali Habeşi ve ama Abdullah ibn ümmi Mektum'u Peygamber müezzini yapan, cahiliye ahlaksızlıklarından uzaklaştırıp meleklerin haya ettiği kişi konuma gelen Hz Osman'ın şahsiyetlerini değerli kılan ibadetleri olduğunu unutmamak gerekir.
Şu ayet ve hadis konuyu çok açık bir şekilde özetlemekte ve ebeveynleri dikkatli olmaları konusunda uyarmaktadır;
Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre, Resulüllah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Her çocuk ancak fıtrat üzere dünyaya getirilir. Bundan sonra annesi babası (Yahudi ise) onu Yahudi yapar, (Hristiyan ise) onu Hristiyan yapar, (Mecusi ise) Mecusi yapar. Nitekim kusursuz doğan bir hayvan yavrusunda siz kulağı, burnu, ayağı kesik olanını hiç görüyor musunuz? Bundan sonra Ebu Hureyre şu ayeti okudu: “Sen yüzünü, Allah’ı birleyici olarak doğruca dine çevir; Allah’ın yaratma yasasına (uygun olan dine dön) ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm, 30/30; Mâlik b. Enes, I, 241; Ahmed b. Hanbel, II, 275; el-Buhârî, I, 456; IV, 1792; Müslim, IV, 2047;)
İmam Mâlik"e ulaştığına göre Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız: Allah"ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti. ” (MU1628 Muvatta" , Kader, 3) hadisi gelecek nesillerin ihyasında ve şahsiyet oluşumlarında bize rehberlik etmektedir. Yeni kabillerin oluşmaması için Kur'an'ın rehberliğine ve Hz Peygamberin örnekliğine ihtiyacımız her zamankinden daha fazladır.
Bünyamin GÖLCÜ
HONAZ MÜFTÜSÜ
15.09.2024